30 Nisan 2007

Sır Ve Kum

-biliyorum, uyanıktı kum ve sır


Kadın ellerinde doğan idamlık ipler
sarar Yusuf’a kuyuları. Asılır nikahı yarım
kalan gelinler İntihar çığlığına
–ezberimde- maksut kumdan bir beşik / minyatür
adım atsan geri döner sana araf
dursan, cinlerin düğün alayında yitirirsin sesini/
sır’dan bir mum yokladı seni
kaleme ant içen kum, yol verdi rüzgara
lanetlendi rüyada göl adandı göle bakir sırlar
tutuldu dilin mürekkebi. Mizana ağır gelen celladın,
durmadan saydığın parmakların
yürüdü, göğün şahitliğine /

sisten bir gömlek gece, şiir gece ve sisin içinde…
Uyudu deniz kabuklarında sır.
koyların, kumların, jurnalın, umutların şehrinde;
yalnızlığa ulanan bir ada boş bir oda /
titrek bir nabız sarıldı ceviz yaprağından çıkan dumana.
Bakışlarındaki hüzme ilham ve sır,
tül perdeyi tutuşturan
iki ayna arası tekil isim
gölgenin duvağını çekiştiren kül,
yeniden seslendi sis’e
sis; benden / senden bir cüz

tuvalin zehrinde sardunya kokusu
dervişin terkisindeki su,
ökçenle inatlaşan yol noktadan da gergin
direndi -Um sessizliği.
Kaç küskün dalga saydın;
kumlarla ağlamaklı, kumlarla sarmaş dolaş, kumlarla sırdaş
akasyayı saran rayiha,
eğdi başını cümleye
gemi var hiçliği silen,
emir var toprağı dirilten
-um direnişine sarılan cesetten tel örgüler
cesetten eldivenler.
gece, sessizlik ve sandukada soluklanan parmak izi..
sevgiden bir yansıma avuç içinde yatan,
alnını öpen çizgi bedenime
uzak bir ateş iliklendi yakama
Dolunay, kaptı kıyametin ağzından sırrı
uyanıktı / kum ve sır
-sustum!

17 Mart 2007

Parmağında Güz

-üzgünüm- benden habersiz değil parmak uçlarım.


Yarılan göğsün suretinde vurur ayın şavkı,
aynada ağarır saçlar hilal olur yüreğin sessizliği,
işlenir soluğu acı olan bir cana.
Her taşında boşluk, yorgunluk, karanlık.
İlk ilmek saralı bir nasıra /
penceremde yüzü gülmeyen bir bahçe
çınlatır bütün efsanelerin kulağını
hangi kumaştan yol açtıysan yüreğe
içinde birbirine küsmüş renkler
yol uzun küfe sancılı!

Altın levhayı çürüten karanlık
düğümlenir mağara duvarlarına.
Sessizlik cila olup parlar her köşede
elediğimiz şıkların inadına Şahmeran
yarasa memelerini kanatan düş sarkacında.
Parmağına dar gelen yüzük asılır rüyana…
belli -bilge kişinin -vefa şerbetini içmediği,
bilmediği tadı uzatamaz konuğuna oysa ki
yeminlerin attığı düğümü katık yapmıştık ruha
minik bir serçenin titreyen
bakışlarına intihar, sessizlik.


Şimdi parmağında güz
geri dön kavmine sağır bir direniş tohum,
vuslata açan. Kirpiklerinde söyleşir toprak ve tohum,
cemalin yedi veren akrep zehir / gül diken der,
dağ dinlemez yıkılır dağ bir cezbenin
hatırasıyla, parmak uçlarım habersiz değil
benden mişli geçmiş zamanların
öznesine gömülmeden dur dedin.
Dur dedin günlerin en sıkılgan anlarını bilmeden.

Zaman geri dönmeyen dilenci.
Zaman geri dönmesini bilmeyen sevgili.
Sorgula sessizliği uzansın artık yol
yeniden bize dertleşelim acıyı yutan sessizlikle .

Bizim Külliye / 31

Sahibinin Koruduğu İsim(ler)

Heybesinde taşıdığı vedayı beklenmedik zamanlarda emirinin önüne seren mürekkep; isimdir kaleme. Kaleme de sır(dır) mürekkep. Ne kalem onsuz yapar ne de mürekkep kalemsiz. iki ayrı damar birleşir bir bütün olur. O bütün; birdir, tekdir, candır, şifadır, hazandır Yunus’un terkisinde de sadâkattir, sevgidir, sevgilidir…

Kalem emir kuludur ki sır küpü diye yâd edilir. Deryada kaptandır, zindanda meşale… Ruhun eşi, yüreğin aşıdır. Ve emire ilk itaat eden sultandır, yardır… Kalem amadır, sen göz olursun ona.Yüreğini paylaşırsan o da nefes olur sana. Ve dil; üçüncü bir şahıs ki sorularla cevapların harmanlandığı mekanda kavrulunca; çukur bir kaba birikir kamburlu kabuslar. Ter rehberdir, göz kapaklarında ağırlaşan harfler de esirdir dil altına. Pas tadı buruk bir acıyla gererken ruhu, isim aynadan izler gülün intiharını. Özenle yerleşirler zaman aralığına öyle bir albümü doldurur ki isim; göz aşina, dil aşina, ruh aşina.

Hayat duvarları nemi hissedince önce avuç içlerin garipser seni. Sabır yeniden isimlenir. Tevekkül dilden düşmeyince gönül semasına yağar isimler… Kalem gururla taşıdığı ismin kervanıyla önce çölden geçer. Güneş harareti sunar billur bir kasede. Kervan içtikçe ismi; hararet daha da şiddetlenir ve yüreğe akar inci taneleri … Hardır / nardır dökülür tane tane …
*** *
H.z Adem tövbe demişti yüreğini yakıp kavuran o hikmete. Pişmanlık duygusu kabardıkça kabarmıştı göğsünde. Aşkının karşısında düştüğü durum yaralamıştı ruhunu. Öyle candan tövbe ediyordu ki arz titriyordu. Tövbe ismiyle zümrüt gibi işlenmişti Adem yüreklere ki insan; arzın beşiğinde isyan çukurunda sallandıkça dil ve yürek sahibini hatırlayıp tövbe edecekti. Tövbeyle uslanacaktı nefis…

Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel... H.z Mevlana Ne büyük saadet o!

Hangi kelime yan yana gelse küçülür o ihtişam karşısında. O ilk insan! o mübarek çehre! O beden! Arzda kirlenmeden / cennet adlı mekana konuk, cennetin ilk ağırladığı isim olmuştu. (yasakların rengi daha parlak / yasaklar coşkulara gebe / ki yasaktan türedi insanlık)


*Hz Musa asa demişti avuç içlerini, sarıp sarmalayana. Asa ismi Kızıl denize deyince; küfür yıkanıp öyle çerçevelenmişti ibret nazargahına. Hikmet burcu birbirine katmıştı dönenceleri …
Firavun ilahlık davasında, gurur dağ gibi büyümüştü ve sonu kefenin de çıplak bıraktığı beden! İman ziya(dır) / parladıkça boyna asılmıştı teslimiyet tespihi… Firavun ismi küfrün ateşi /esfeli safilin! Usta taze kalmalıydı ki bu isim; tövbe yumağı sarılsın an be an kıyamete kadar…

*Hz İbrahim aşk demişti vücudunu yakmayan ateşe. Ateş ismi; imansızlık çölünde kavurup unutulmaz kılmıştı nemrutu. O nefis ki kin ve nefretini kusuyordu. Yükselince alevler atıldı ateşe İbrahim. Şimdi üzerinde gülden bir hırka / doldu gül kokusuyla. Ya İbrahim makamın hayırlı olsun / gül koklayan seni bulsun…. Küffar şaşkın… İbret albümüne yerleşti isim. Açıldıkça bu sayfalar ruh kendini izleyecek ayna(lar) dan
* Hz Süleyman ilham demişti Seba melikesi Belkıs ın eteğini toplatan saraya. Rüzgar ve cinler emrine verilen o insan; gönül zenginliğini saraya nakşetmiş o incelikle Belkıs imanla şereflenmişti. Dillere destan o isim; gafil olan yüreklere nehir, çağlayan, deniz, derya! Bu çemberden geçmeli / ibret merdiveninde bu insan için yürümeli... Hz Süleyman’ın imanı, aşkı lisandı diğer alemlere / kaldırdı Hak aradan perdeyi. Gece ve gündüz aynı sahnede / Süleyman’ın gözlerinde. Titredi alem onun sözleriyle…

*Hz Nuh imtihan demişti yaşadığı her ânâ. Kavmine âhı, tedirgin etmişti Nuh’u. İkinci bir dirilişin kilit ismiydi / hikmete işaretti. Nuh tedirgindi ya on sekiz bin alemin sahibini kırdıysa bedduası / bu yük ağırdı. Nuh hakka kavmiyle sığınandı. Dilin ucuna geldikçe ah; uzak kılacaktı insanlık bu kelimeden. İradeye bilenecekti nefis… Her şeyden bir çift almıştı yanına / gemi hikmet penceresiydi. Nuh Hakkın izindeydi. Koptu tufan / suda yürüdü Nuh / kavmi ve gemisi!

*Hz isa teslimiyet demişti o sırra. Tablo hazırdı. Çarmıha gerilecek bir sevgili. Zulüm küfre katık ve ibret kumaşına işlenen o isim ki hakkın rahmetiyle semalara yıldız gönüllerde güneş… İman kapısını ardına kadar açtı ki hakkı dileyen bu dergaha yüzünü sürsün diye! *Hz Meryem iffet demişti taşıdığı ruha / ıslanmıştı iftira yağmurunda ne zamanki konuştu Hz İsa kucağında / pak oldu Meryem müşriklerin dilinde. O mübarek isim nakşoldu ibret beldesine. İman ışığı yakılır bu iffet abidesi doldukça testiye … Rahmanın rahmeti ne çok genişti Meryem hamileydi / o kadınların en seçkiniydi Bunaldı da yardımına hak yetişti…

*Hz Muhammed(s.a.v) sabır demişti lügat manası alçak olan bu aleme. Onun hürmetine halk edilmişti alem … Bir işaretiyle ay ikiye bölünmüş doğar doğmaz bembeyaz kundağında ümmetinin ismini zikretmiş… Aldığı her nefese şükretmişti / hep zikredeydi Ümmetinin günahı için haktan rahmet dileyendi O peygamber / yüce yaratanın cemalini seyri temaşa eyledi Yükselmesinde hiçbir hudut olmayan o insan gönüllere Hakkın nuruyla işaretlendi Mübarek dişi kırılan, ebu leheb in ağır sözlerine sabrını kalkan yapan, alemlere rahmet olarak inen; o yüceler yücesi bir de aşk demişti aldığı her nefese. Aşk ipiyle işlenmişti müminin kalbine.

Ne mübarek isim o isim / nurla süslenmiş o isim / hakla anılmış o isim… Daha alem hak edilmeden nuru onu beklemiş / bütün dilde aynı zikir (şefaat ey Allah’ın habibi) Güllerle süslendi adı / nurdan giydi tacı. Ona kuruldu aşıkların meclisi / cemali için yandı, kavruldu gönüller… Zayıfladıkça iman akar bu isimden çağlayanlar yüreğe…


İsim cam’dır kırmaya kalktığın. Ah’tır üzerine attığın. Can ve ten kasesinde ibrete bilediğin ismin nefesi / nefes sana. Elinde isimden bir harita / kaybolursan; içinde sen / içinde hikmet. Elmas avuç içinde büyürken nefsin eğilir isme. O lezzeti bulamazsın hiçbir kapıda. İsmin dergahında dilenen bir yolcusun sen. İsmin lütfuyla sunulur aşk hazinesi / çiledir, imtihandır dervişin kesesi. Gül ile yama yapılır can elbisesi/ dil unutur kendini / hikmet nazarı kaplar seni. Hak yad edilen isimler hürmetine aşkını eksik eylemesin yüreklerden / hürmetlerine af buyursun bu acizleri.Yüz sürdük kapına/ niyazımız sana / pak olan isim hürmetine /boş çevirme kulunu…

Somuncu Baba / 77

28 Ocak 2007

(...)

-Çamurdan oyuncak yapan çocukların heyecanlı yüzlerine sakladım düş defterimi. Küçücük avuçlarda oyalandıktan sonra tekrar uykuya dalan toprağın; sadeliğine gömdüm bütün ekleri. Önce kırılma noktalarını ezberledim. işaretler koydum karanlığın tonuna. Bir daha birbirine karışmayacaktı ses. Gürültü kulaklarımı tırmalayacak, düğümler kendiliğinden çözülecek ve sisten bir kumaşı dokumayacaktı gözlerim. Gözlerim imzaladığı depremleri hatırlamayacaktı bile. Islak kirpiklere de dokunmayacaktı ellerim. Düş defterimde mayalanan kelimeler daha ne kadar pişecekse demeyecektim Saymayacaktım beklenmedik sürprizleri. Demir parmaklıklarla süslenmiş boş evlerin hatırası diyerek notlar düşmeyecektim. Rahat bir nefesin ne manaya geldiğini yazmak öyle hoş ki. Harflerin tek tek saçlarını okşayıp onlarla kendi lisanlarıyla konuşmak ve anlaşmak bir başka boyut olsa gerek

- ki gözlerimde anlamsız bir ağırlık var benden ötede gözlerim. Evet o ağrı hatırımda kalmış. Güçlükle araladım gözlerimi yine başladığım yerdeydim yine labirentin içine kilitlenmiştim soğuktu etraf. Dilimde gün boyu rüyanın tadı olacaktı… Yazılmakta olan şiirim üşümeye başlamıştı bile… Ressamın dalgınlığı fırça izinden belli.Biri tuvale kusuyor diğeri şiire. Şair un ufak etmiş kelimeleri imge deryasında kayboldukça kelepçe vurmuş diline ki (… )


Aynadaki görüntüde kendini zor seçen bir yüz. Gökyüzüyle alışverişini kesen ışığı hafızadan silen, hep karanlığı düşünen , karanlığa soluyan, karanlıklara pencereyi açan ve zamirleri birbirine karıştıran el. Yorgunluğun kendine özgü diliyle hep ötesini resmeden, yoruldukça katılaşan, yoruldukça boğulan, fırça izlerinde dinlenen sen. Senden bir adım önde olan yine sen. Karmaşık cümlelerin öznelerinde oyalanan boş bir sayfada yine sen. Ve ‘o’ eksik bir cümle (de)… demir kapıların yeminleri / mum(ların) birbirine diken masalda gizlenir.


Yüklendikçe kelimelere nefesine yetişmesi zorlaşıyor. Acıların uzayan saçlarına kıvrılıp düşünüyor. Bir adım ötede iyice küçülmüş gözleri, gözleri bütün görüntüleri birbirine karıştırıyor. Uykuya diklenmeye öyle alışmış ki ezberlediği bu sahneden de nefret etmiyor değil, bütün fizik kurallarını çiğneyerek zamana asılmak oldukça hoş. Bir dairenin içinde kayboluş gibi… Hangi vakit durgun olacağı belli olmayan hislerin hüsran kökünde demlenmesini izliyor. Bu seyir halini tartıyor. Zihnide her şey öyle çok karışık ki / bir müddet sonar hayal geliyor yanına gözlerini elleriyle kapatıyor- çık artık bu hapsolduğun kafesten diye sesleniyor. Kanatları renk renk, bakışları oldukça ısrarlı ve direnecek gücü olmadığı için hayalin elini tutuyor çok şükür şimdi gözleri kapalı.

Kendisiyle didişmesini bitiremiyor bir türlü. İrdelediği şey oysa ki çözümlenmeyecek olan. Bu kadar ısrar niye ki hayal ruhunu esir alıyor. Şimdi onunla küçük bir gezintide. Kırılmaya hazır cam gibi bu yolculuk. Dokunmak istemiyor derinlik denen şeye - hep sığ köşeleri inşa etmeyi istiyor. Neden yüzüne gömülü onca şey bilmiyor. Karanlık çıktığı seferden sırdaş oluyor


örtü dediğin nefes / bileğe güç dediğin his, hangi haritada? Kaybolmak istiyorum, dirilişi unutup, kaybolmak(çıkmaz sokakların bütün köşelerini ezberledim ne ışık beni anladı ne ben onu. Adımlar birbirinden habersiz bütün sokaklar toz rüzgar yine bencil) ki mümkün olmayan destur bu.

Anlamsızlığı eliyorum gök de benden yana. Sarpa sarıyor hayal onu uzaklaştırıyorum kendimden… ötede “bütün yollar gibi tanımsız eşyasız kolsuz kanatsız bir yol tebeşir kokusu sırtında birbirini ezen harflerde / sen-ben (savaşın) ortasında ruhun ruha dokunuşu.” Beni bekliyor, ötede buzlara yazılan masal; oldukça çekingen” Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin: çiçek durumu aşklar yaprak düzeni siyasalar” Cemal Süreyya ve duruşu kendine tezat şiirler…

Dedim ya ressam fırçasını konuşturur. Konuşan kendisidir aslında. Renklerin tonuna yelken açışı, iç dünyanın yankısı. Neden uzadı bu yol? Bu kadar yükü nasıl kaldırıyor yol? Yolun koluna girsem, mekan dediğini silsem; bulaştı yüzüme rüzgarın yine hırçınlığı. Kol saatini dikmiş gözlerini. Belli ki bıkmış saat bu bakışlardan. kaostan bir dağ gözbebeklerinde. Senin mutluluk, senin sır dediğin yüzü sağdı fikirlerim. Cümlelerin bana inat yürüdü yolda. Ne yana baksam bir öncekinin sesi. Göç için acele etmiyorum. Kelimelerin hüneri küçüldükçe küçülüyor ellerimde. Sadece seni izlemek istiyorum...

geride …

17 Aralık 2006

*Eskiyen Eşyalar

Mümkün olsaydı da bir anda eşyalar dışarı çıkarılabilseydi. Evet anında boşalsaydı bütün raflar, duvardaki resimler, lambalar. Sabırsız yüz ifadelerine eşlik eden gizli özne gibiydi geçmişi silme arzusu. Yüz bu heyacanın rengini alıyordu gizliden gizliye…

Anılara yarenlik yapan her alınan nefese dost olan bu eşyalar kalpte hiçbir endişeye mahal vermeden atılıyordu. En son kütüpane odası boşatılırken içimden bir şeylerin söküldüğünü hissettim yazarın eserlerinin kaleme aldığı mekandı burası. Duygularıyla savaştığı duvarlarına kendini anlattığı, hüznünde bu mekana sığındığı yer, şimdi yok oluyordu. Öylesine sıkıyordum ki kendimi içimde anlam veremediğim bir kin oluşuyordu ve nefret ediyordum bu vefasız tablodan. Bir zamanlar elin kolun olan ve seni ağırlayan eşyalar hayatından çıkıp giderken o rahat olmanın hazzını yaşıyordu. O kadar basitti ki her şey sadece eskimiş eşyalardı işte…

Uzak kalmalıyım beni geçmişe getiren her şeyden demişti. Duygular geriye dönmeyecek kadar itaatkar mıydı ki (sanmıyorum.) Kişinin kendi başına kaldığında olmadık zamanlarda hatıralarla yüzleşir ve can yanamaya devam eder. Eğer bunun tersi mevcutsa düşünmeli insan.


Hayata dair en kötü hisleri gözlerimde yaşarken gözlerimin içine bakıp tebessüm etmesi beni sinirlendirmişti. Bunu sezinlemiş olacak ki (mutlu musun) diye sordu. Ondaki hal beni tedirgin ediyordu.

Evet şimdi evin içi boş Lütfen istediğin gibi dekore et. Evin her köşesinde seni, sevgimizi görmek istiyorum…

Düşündürüyordu beni

Kısır döngülerin pençesinde savaşarak, şekillerin iptalini istemek binanın yıkılıp yeniden inşa edilmesi ruh kavramının içsel olgulara tezatlığı ve her boş kareyi ayna kılıp yürümek boşluğa ki köprü vazifesini üstelenen kişinin sahnede rol alışı ( tanımadığı birine olan düşkünlüğü ) düşündürüyordu beni … Bir yama gibi geliyordu bütün bunlar. Göremediği bir kafesin içindeydi o …

Duyguların kıtaları vardı onda ve ruh hep seferlere çıkmalıydı… Alabildiğince karşıda olmalıydı, heyecandan kanatları olup sürekli çırpmalıydı onları. Koşmalıydı, yaralanmalıydı beklide kanla mayalanmalıydı. Tuval ve fırça elinin altında olmalıydı çizmeliydi o gölgenin sessizliğini. Mevsimler birleşmeliydi onda bir yandan soğuk yüz hatlarında belirginleşirken güneş en olmadık zamanlarda avuç içlerinden sızmalıydı ki yorgunluğunu ödünç verdiği gök tanrısı uysallığı teşhir ederken o kendine ait olanı almalıydı (- bir kitaba tema / bir şiire ruh - derken özetle malzeme…)

Düşündürüyordu bir paragraftaki deprem ve sessizliğin birbiriyle söyleşmesi

Pencereden gelen ışığa göre eşyaları seçtim ışık alan her köşede koyu renkler arkasında da aynı renklerin açığı ve oldukça sade yerleştirdim evi…

İkinci bir sesle irkildim. Durgunsun …


Biraz önce birilerine ait ruh eskiyen eşyalarla kabından çıkmış yepyeni bir kimlik bulmuştu … Benden de ona göç eden bir şeyler olmalı mıydı acaba? ilk bakışta ona içten biri olarak tanım getirmek gayet keyifliydi. Kelimelerin gizemli havasına konuk olmak o derin ruhla gezintiye çıkmak, bir ruh sarhoşluğu içinde yazmaya devam etmek; bana artı mıydı acaba? Alfabeyi ardı ardına dizmek yerine bir cam kavanoza yerleştirip içinden rast gele harf seçmek gibi bir şeydi bu. Seçilen harfler bittiğinde kelimenin bir manası olur mu olmaz mı düşünülmez bile. Savurgan duyguların ağına takılmak heybesinde ne olduğunu unutan derviş misali hakikati iç dünyada çözümleyememiş birinin elinden tutmak – hep yarım kalmak hep yarım bırakmak gibi bir şeydi ki yeni bir ruh akrabalığıyla buluşup yeni evler yapmak tuğlaları taşımak, yeni duyguların harcını kullanmak farklı bir ruh tanımıyla yüzleşmekti ona göre bende bütün bunların cevabı; kişinin kendine ihaneti… Oyalandığı duygular kabirdi içine girip defalarca yattığı…


Sabahla(dım) aklımın hücresinde
perdeler hala korkak
kıskıvrak yakaladım karanlığı alnından
ölüm doğruyordu hücrem
saçlarıma asılan sancı dilendi duvarları
birazdan yıkılacak evin içine, hiç
girmemişti tuvale hükmeden beden
tam ortasındaydım Habil’in nefesinin
düğüm atacaktım/ iklimlere, renklere, kelebeklereve düşlere
iki isim vardı ruhunda
birini bana vermiştin
diğerini zamana
yaktığın ateşte
ısınan aklım
kumbarada sakladığın aklın
metal bir yığındı / satırlara, paragraflara.Melez bir avcıydı ruhun bugün bahar yarın kış
diyordu şiirin / bir şiirden arta kalan(dın)



Yoksun, belkide alışmıştı gözlerim sana. Arada bir bakınıyorum penrecereden bütün masalların sonu yokluğa değil mi?

01 Aralık 2006

*Ağu*

Öznesi hayatın kendisi olan bir cümle kurmak istedikçe her cümlemde hayat yüklem oluveriyor kendiliğinden. Köşeli bir yıldız gibi hayat.Yıldızlar geceyi sevmişler hayat ise her ikisini. Biri gözlerin içine baka baka ağlamış, diğeri göz yaşı olmuş. Biri kendini oynamış diğeri ondan bir parça. Birbirini göremeyen bu iki şey; his alemine lisan olmuş varlık denilen yük ruhu konuşturmuş.
beden hep siyahi bir yüz
bakışları donuk ve karma Rüzgarsız olur mu hayat? Bazen elini uzatır tatlı tatlı okşar hayatı. Bazen de o el buz gibi olur (rivayete göre kayıplar öfkelendirirmiş rüzgarı birbirini kaybedenler iz bulamadıkça rüzgar kendin geçermiş ve sadece kendinin anlayacağı dille konuşurmuş) dokundukça hayata acıdır bütün renklerin tadı. zehirli bir sarmaşık dolanır ruhagök telaşa kapılır, sözleri yağmurdur toprağa konuşur. Yıldız görünmez artık. Hayat bulutla birliktedir. Sağı solu belli olmayan aynaları kendine esir eder bulut. Zaman onun avuçlarında dilencidir şekilden şekile girer bazen ince bir çizgi olur seslenir kaleme bazen de coşkulu bir kalem olur koşar cümleye. Ve kendi içine yapılan dualara kulak misafiri olur hayat. Biliyordur adının merdiven olduğunu…
Her basamakta farklı bir dua farklı bir yara /
dua merhem olacaktır yaraya. bir kere yürek kaydolmasın acıya alınan her nefeste sızı vardır artık nefes ve sızı; hayatı korkunç kılan iki kahraman… Güç ikisinin karşısında eğilir boynunu büker.
Yürek her iç çekişte acının tazeliğini hisseder. Feryadı; – beni bu sevgiden ari kıl- işte hayat duvarlarına kopyalanmış bir dua …Sevgi; arzu edildiğinde yüreğe şeref misafiri olan bir yolcu mu? Her şeyden soyutlanarak kendini misafire ikram etmekten haz alan özlem, konuğunu ağırlamaktan oldukça mutlu.
Özlem için sevgi çağlayandı gözlerini kapatması gerekti. Şimdi her şey daha da net. sevginin içinde olmak güzel… Gözlerini açtığında bütün harflerin bedenlerine girip onları hareketsiz bırakmakta. Bir araya gelmesinler diye alfabeyi zihninden de silmekte. Sevgiye bir başlık koyması gerekti çünkü. Koyduğu her başlık önce kendini dar geliyordu (zamanın farklı işlediği mekandı burası duyguların özgürce gezdiği bir mekan zor ele geçen bu tabloda ölümsüzleşmek ve rengin kendi tonuyla dansını izlemek … sanırım hayal ötesi bir şey.)
Misafir daha doğrusu duygulara seçilen kurban, artık geri dönmeliydi. Ruh sevgide tatmin olup kendini bulmuştu çünkü. Özlem bencilliğini kabul etmeden sevgiyi uğurladı.Tekrar hararetlenmesi gerekti.Bir çöl olmalıydı özlemsevgi için yanıp kavrulanzindan olmalıydı bütün renkleri siyaha mayalayan. bir mağara olmalıydı yalnızlığıemzirip,büyüten. Bu makam onu daha da mutlu ediyordu. Bir kurbandan göz yaşını içse de gece – gündüz, doymamıştı… Herkes değildin, herkesten bir nefestin. Bende tükendin Hayat artık basamaklarında koşanları izliyordu. Bulutun veda edeceği de yoktuyorumlamak istemiyordu hiçbir şeyi, sadece boş bakışlarla bakınıyordu.

Düşlerinde hep o kayıp yıldız vardı bir de ağu… Şimdi hiç kimsesin. Seni bir ağu’ya kundakladım sevgili


.Ağu


önce nereye düşer cemre belki de bir şiirealın dilimden kilidi ben size söyleyeyim
nasıl yıkar beden çadırını yaslanınca sesinenasıl da öper dolaşması gibi dolaşıp soğuğun aramızda
işte öyle sarar ruhunu her resimli kitaba masal arar gibiyağmurla yarışır,
ne dedimse ad bulamadım yağmuraıslanmadan önce bir kasımpatı olup yetişsem kendime
bu aşk,yani bu yusufcuk kuşunun kursağında bir zehir
her damlada çoğaltır bizi, kaskatı kesilir gök
yürek kaskatı bir gece diliyle yığılır kalır sükutademirlenir hecelere,
ben alıp yüklemimi çıkarımkaostan bir damarı açmak için geceye,
gece memnun
tüter dumanı,kim bize gelse bugünlerde biraz gece
ondandır ve haklıdır ölüm, atar nişanı ileri bir tariheb
akışım derindir ama hayat hep çerçevelerden taşar
kumlardan, kumsallardan,kum saatlerinden
ilgisiz bir zamir olmak için çok çalış dendi şiire
yeminlere çok çalış dediler, ihanetlere ve boş evlere
aldım karanlığı yüzümde parçaladım, yanlış yerinden
başladım sevmeye siyahı, bu ondandır, izini kaybettiğim günlere açılır gözlerimve gözlerime kapanır ıssız ve kimsesiz günler
saçıp hurufun küllerini avcuna her nefeste
yıkıntı mabedinden kovdum muştuları
bir tek ben olayım diye içinde senden ev inşa ettim
varsın avcılar konsun dallarına kaderin vurulmak için bir acıya kanat açmış kuşlara
ben gömmeye gidiyorum yüreğimin haritasını
sen de gel haydi unutalım beraber evlerden sızan patikalarıyokuş yukarı akansıkılgan yorgunlukları

05 Kasım 2006

*Nasıl Aşksa*

Nasıl Aşksa..

*Günlüğümden*

Kimseyle merhaba dışında konuşmayı istemediğim anlardan birindeydim ki her fazla sözcük sıkıyordu beni. Masamda son zamanlarda elimden düşürmediğim bir şiir vardı ara sıra onu sesli okuyordum. Şiir de olmasa hayat benim için çekilmez oluru beklide. Karmaşık duygular ve yorgun ruh halimden sıyrılarak arada birkaç dize karalıyordum ki bu büyük bir saadetti benim için… Masadan her kalktığımda benim peşimden elaman niye defteri toplayıp çekmeceye koyuyorsa o an kalemi bıraktığım ruh haline bile ihtiyacım oluyordu geriye döndüğümde. Bunu o nereden bilecek ki.

Güneşli, rüzgarın nazlı nazlı estiği bir gündü öğrencilerin merakla kalemleri incelemeleri, sevdikleri sanatçı posterlerin sormaları, gözlerindeki o heyecan, bazen geç kalma endişesi ile aceleci tavırları artık vaz geçilmezimiz olmuştu. İnsanlarla bire bir diyalog içine girdiğim bu mesleği çok seviyordum aslında. Tek hoşuma gitmeyen şey; halkın özelinİ kadar bir ara bulduğunda anlatmasıydı…Her zamanki iş temposuna katık kitap rafını meraklı gözlerle inceleyen boş bir bakıştı bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordum ben. Bugüne kadar yabancı olduğu şeye dokunmak istemeyen bir ürkeklikle merak arası gelip gitmeleri yaşayan müşteri içerisi sakin olduğu ilk anda sormaya başlayacaktı bu kitap neyi anlatıyor diye. Nitekim de öyle oldu çevirse kitabın arkasını, ön bilgiyi görecek ama sormak daha kolay… Elinde Uşaklıgil’in Aşkı memnun u bu neyi anlatıyor? Görevli yardımcı oluyor içinde aşk geçen bütün kitapları tek tek soruyor bu neyi anlatıyor diye Arkadaş aşkı anlatıyor değinde şöyle mi “ terk edilmiş bir kadının ve onun çaresizliği mi? Kadının yüz ifadesi dikkatlerimi onun üzerine toplamaya yetiyor. Mana veremiyorum haline ve konuşmak da istemiyorum. Geçiştirmek istesem de kadın neyi anlatıyor bu kitap diye eline aldığı her kitabı soruyor. Mecbur cevap veriyoruz. İkili ilişkiler üzerine yazılmış kitapları mı arıyorsunuz diye soruyoruz içinde aşk olan bir kitap olsun istiyorum diyor. Bu kadın Sanıyorum ki çok dertli onu hangi rüzgar attıysa kitap rafına. Üç beş kitap seçiyor ve bir türlü karar veremiyor sürekli hangisini alsam acaba. Hanımefendi okuduğunuz kitaptan sonra diğerlerini almaya gelirsiniz diyoruz. Verdiği cevap ben köyde oturuyorum gelemem ki. Sevgi yok mu sizce diye bir soru soruyor (içimden şöyle diyorum tam adamına sorulmuş bir soru)… İstemeden konuşmak nasıldır bilir misiniz ona isteksiz cevap veriyorum. Ve hayat hikayesini anlatıyor.

**Altı aydır eşimden ayrıyım ve hiç aramıyor beni annemlere gönderdi. Telefonlarıma cevap vermiyor sanırım beni artık istemiyor. Çok kötü günler geçirdim yeni yeni kendime geliyorum ve boşanmak için mahkemeye gittiğimde eşimi seviyorum diyeceğim. Arkadaş seninle görüşmeyi istemeyen ve seni bırakmış birine bu sözü söylemen bir şey ifade etmez ki diyor verdiği cevap. Beni hiç mi sevmemiş eşim? Peki sevgi ne olacak? Dayanamayıp ben soruyorum çocuğunuz var mı? Evet iki buçuk yaşında çocuğum var. Peki neden çocuğundan ayrıldın onu yanına alsaydın. Bir anne çocuğundan ayrı duramaz ki anne sevgisine şefkatine ihtiyacı var onun diyorum. Cevabı ya çocuğu aldığımda bizi hiç aramazsa! maddi gücün mü yok evladına bakamaz mısn dediğimde o zaman başka bir yuva kuramam ki diyor. Donup kalıyorum. Çocuğunu annesiz mi bırakacaksın diyorum. Susuyor. Ben evladından bir anne ayrı kalamaz derken o başka bir evlilikten bahsediyor ve raflardan aşk kitabı bakıyor. Sormak istediklerimi daha fazla soramıyorum bir şeyler düğümleniyor boğazıma bana uçurum geliyor bu nokta. Bir anne evladından ayrı kalmayı nasıl düşler… (Arkadaş bir yolunu bul eşinle mutlaka son bir defa konuş diyor… Boş bakışlarla tamam diyor)

Bu ve bunun gibi o kadar hikaye var ki ortalıkta. Babaanne, anneanne tarafından büyütülen çocuklar ve bir başka ufka yelken açan çiftler. Ruhta yaşanan depremler ve sağlıksız kişilikler hep eksik kalan birşeyler. Tüm bunları ötesinde bu acıyla büyümüş üşüdüğünde aynı acıya sarılmış çocukların da bu hataya düşmeleri. Zincirleme olarak devam eden bu manzara göremediğiniz bir çok şeyi peşinden sürüklüyor.
Bayan çıkınca biraz düşünüyorum ya ben Bu durumda olsaydım diye acaba bu kadar konuşabilir miydim. Başa gelince anlaşılır sanırım her şey. Hissetmediğim bir duyuya cevap vermiştim onun lisanı bana yabancıydı çünkü…
Sonuç olarak bu tarz olayların tek suçlusu kadını çaresizliğe gömen vurdumduymaz erkekler… Aileye eğitimi görmeyen bütün bireyler aynı köprüden geçmeye devam ederken canlar da yanmaya devam edecek. Kadının sorularına cevap veren bir kitap mı yazılmalıydı. Köyden gelen bir kadın kitap rafında çaresizliğinin öyküsünü mü görmek istiyordu acaba… Kitaptan gelen onun yarasına nasıl bir melhem olacaktı ki? Tüm bu soruları bir tarafa kaydedip unutuyorum o günü…

21 Ekim 2006

İsyanda dilini ısıran...

Tutkuydu...


Altından bir şamdan fırlatılıyor gökyüzüne. Gri bulutların asırlık savaşı zeusun zihnini çalıyor. Şamdan her görüşünde güneşi; erimekte. İsyan zesun ilhamı ve sözcükler bu değirmenin…“elinde pergel / avuç çizgileri pergelin ucunda / beyaz bir sayfada da kara leke isyan… uzun ve geriye kıvrılmış kirpiklerinde dinlenen kurnaz sürprizleri süzgeçten geçirip kalın harflerle kitaba işlemiş yazar. Yine yol geniş, yine yol virajlı. Birazdan otobüsten inecek yolcuların zihninde kurguladıkları tek şey mutluluk. Zamanda yolculuk inecekleri yerde başlayacaktı ki otobüs durdu, yolcular indi. Geride bir toz bulutu. Yol kayıp, yolcular kayıp. ***


Mutluluk atık bir duygudur. Duyguların arıtılması gerek onu bulmak için. Karmaşayı sevmeyen gel- gitleri eleyen, telaşın inadına durgun, sade ve net bir tablo o… ( şamdan yanmaya başlıyor / ilk hayal intikama. Beyin fırtınasında galebe çalan kin bir dağ gibi ihtişamlı ve volkan kadar şiddetli. Ayrılığı hazmedemeyen bir yüreğin metal tutkuları) İkinci hayal yaratıcıya, hazmı zor olan duygularla isyan nefesini soluyup; solan yaprağın kuruyan toprağın sebebini sorularla kuşatmak… (yarıya kadar örülmüş köprü o da oyalamak için. Allak bullak edilen zihnin kamera arkasına sokulmayı dene) Kanatlarını hür bir şekilde çırpan kuşların kanadını bağlamayı da deneAf edemediğin hatalarını boyamayı dene. Ya da düşünmeyi!


Son bulan zamanda yolculuktan geriye kalan yanlış düşlerin bilinçsiz adımların fotoğraf kareleri. Yazar kalın harfleri, seyrekleştirdikçe gerçeğe bir adım daha yaklaşıyor. Mutluluk ikinci bir kişinin sözlüğü değildir. Kişinin kendi içinde ki huzurudur. İnsan nereye kadar mutlu edecek ki. Ya yazı yüklemleri tekrarlayacak ya da rakamlar birbiriyle çarpılacak. Sonuç ihanet. (Zeus uykuya yenik düşerken destan adlı anlatı aşkı sorgulayacak olaylar parantez içi girilecek)Saklama kendini, rahat bırak, tutunmaya çalıştıkça kelimelere; bir ceviz ağcının yaprağı gibi boya çıkar. Sıktıkça iç dünyayı, dağılan boyada kurgu da yapay olur…
***

İsyanda dilini ısırırken; perdeyi kapat. Dil altına yerleştirdiğin kelimeleri salıver. Zihni biraz daha yor. Bulutları şematik tabloda incele. Aynayı tut çizgiye / harfler belirgindir şimdi... ( ? )